XIX. YÜZYILDA FİLİSTİN’DE ARAZİ SATIŞLARI ve OSMANLI DEVLETİ’NİN TUTUMU

Filistin toprakları, asırlar boyunca farklı milletlerin hedefi olmuştur. Filistin’de, eski çağdan itibaren İslam fethine kadar savaşlar, tehcir ve katliamlar yaşanmıştır. Ancak İslam fethi ile Osmanlı hâkimiyetinin son asrına kadarki 12 asırlık dönem, Haçlı seferleri sayılmazsa Filistin’in yaşadığı en uzun barış, istikrar ve huzur dönemidir. Filistin ile ilgili problemler, 19. yüzyılın başlarında Avrupa’da yaşanan bazı sorun ve gelişmelerden dolayı başlamıştır. Haçlı seferleri başarısızlığa uğradığı gibi, Napoléon Bonaparte’ın da başarısız hamlesinden sonra Avrupalılar, Filistin topraklarını askerî yollarla alamayacakları kanaatine vardıklarında, Yahudi sermayesini kullanarak kutsal saydıkları toprakları ele geçirmenin yollarını aradılar. Böylece Filistin topraklarına yabancılar tarafından büyük bir rağbet ve talep oluştu. Ancak Filistin’in hâkimiyeti altında tutan Osmanlı Devleti, kendi toprak bütünlüğünü tehdit edecek ve halkının huzurunu bozacak bu taleplere karşı çıkarak Filistin’de yabancılara arazi satışlarını yasakladı. Ancak Avrupa Yahudileri, Osmanlı Devleti’nin koyduğu kanun ve yasakları sahtecilik, hile ve yolsuzluklara başvurarak delmeye çalıştılar. Filistin’de yabancı Yahudilerin arazi satın alma girişimleri, bireysel ve basit bir mesele olmayıp, arkasında büyük doktrinler, devletler ve teşkilatların var olduğu teşebbüslerdir. Ayrıca Siyonizmin “vatansız halk için halksız vatan” söylemi, gerçeklere tetâbuk etmemektedir.

İngiltere ve Fransa’nın başı çekmesiyle Avrupa, 19. yüzyılın başlarında Filistin’de bir Yahudi devleti kurma fikrini ortaya attı. Çok geçmeden bu fikir diğer Avrupa ülkelerinde, Amerika ve Rusya’da hızla yayıldı. Hatta bu amaca zemin hazırlamak için Montefiore, 1824-1837 tarihleri arasında Filistin’de 13 yıl kaldı ve İngiltere’ye döndüğünde Yahudileri Filistin’e yerleşmeye teşvik etmeye başladı. Sonraları kitap olarak yayımladığı günlüğünde, Filistin topraklarını ve ekonomisini cazip göstererek, dünya Yahudilerine Filistin topraklarını hedef göstermeye ve onları oraya yerleşmeye özendirmeye başladı1. Bundan sonraki yıllarda Yahudilerin bulunduğu her ülkede, Filistin’e yerleşme ve orada bir Yahudi devleti kurma fikrini yayan fikir akımları ve örgütlenmeler hızla çoğaldı.

Bahsedilmesi önem arz eden bir diğer konu, o dönemde Batı Avrupa’da kapitalist sistem hâkim olduğu halde Osmanlı Devleti’nde serbest piyasa ekonomisinin uygulanmamasıdır. Bu yüzden ekonomik faaliyetlerin, tam rekabet şartları içinde serbestçe yapılmasına meydan verilmemiştir. Devletin bu politikası, Filistin toprakları hakkında savaş alanlarından ekonomik sahaya kayan mücadelenin karşısında alınan ek tedbirlerle beraber, yabancıların Filistin’deki emellerini ve amaçlarını kısmen de olsa kontrol altına almıştır. Çünkü devlet, ekonomiye müdahale ederek ve bazı yasaklar koyarak Filistin’deki nüfus dengesini, dinî, etnik ve ekonomik yapıyı korumaya çalışıyordu. Durum böyle olduğundan, arz ve talep kuralı, özellikle arazi satışlarındaki fiyat mekanizmasının temel belirleyicisi de olamamıştır. Zaten Filistin’de toprak sahibi olabilmek için her türlü yolu deneyen kapitalist sermaye sahipleri teklif ettikleri astronomik rakamlarla arz ve talep kuralına göre davranmamışlardır. Bunun karşısında devletin yasaklamaları, verilen büyük paralara ve Avrupa devletlerinin türlü bahanelerle her fırsatta devletin iç işlerinden sayılan bu meseleye müdahalesine rağmen bu satışlara engel olmaya çalışmıştır.

Osmanlı Devleti’nin 1882 yılından itibaren Yahudilerin Filistin bölgesine olan göçünü engellemek için aldığı tedbirlere rağmen bölgedeki Yahudi nüfusu her geçen yıl artış göstermiştir. 1882 yılında Yahudilerin tarımsal yerleşim merkezlerinin sayısı 6, tasarruflarında olan arazi miktarı 22.530 dönüm ve kırsal nüfusları 480 iken, 1900 yılında tarımsal yerleşim merkezlerinin sayısı 22’ye, tasarruflarında olan arazi miktarı 218.170 dönüme ve kırsal nüfusları 5.210’a yükselmiştir2. Çünkü yabancı Yahudiler, Osmanlı Devleti’nin aldığı tedbirlerden dolayı Filistin’e normal yollardan yerleşemeyeceklerini anlayınca, bazı sanayi ve ziraat şirketleri kurarak ve şirket için toprak satın aldıklarını öne sürerek büyük topraklar satın alma yoluna gitmişlerdir3. Ve nihayet türlü yollarla gerçekleştirilen bu gayrimenkul satışları, satışın iki tarafı arasındaki dinî, etnik ve tabiiyet farklılıkları sebebiyle Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü bile tehdit edecek kadar tehlikelere yol açması açısından önem kazanmaktadır. Çünkü Filistin, coğrafî konumu açısından Osmanlı Devleti’nin topraklarının tam ortasında yani Asya ve Afrika kıtasının birleştiği noktada bulunması hasebiyle, burada bu satışlardan dolayı meydana gelebilecek herhangi yabancı bir oluşum, hiçbir ülkenin kabul edebileceği bir durum değildir. Nitekim Osmanlı Devleti de özellikle yabancılara toprak satışını yasaklamak, Siyonist oluşumları illegal kabul etmek, yabancı Yahudilerin Filistin ziyaretlerini sınırlandırmak, Kudüs, Nablus ve Akka sancaklarında yerleşmelerini yasaklamak gibi bazı önlemler almıştır. Ancak Rusya ve Avrupa’dan zor kullanılarak göç ettirilen Yahudileri, bir mecburiyeti olmadığı halde sadece Osmanlı Devletine sığındıkları için Anadolu ve Rumeli’ye yerleştirmesi4, Osmanlı’nın yukarıda saydığımız tedbirleri Yahudi düşmanlığı ile almadığının delilidir.

1516 yılında Merc-i Dâbık savaşı sonucunda Yavuz Sultan Selim’in, Şam ve Mısır’ı fethetmesiyle beraber, Filistin toprakları da Osmanlı hâkimiyetine geçti. Yavuz Sultan Selim, Filistin’deki toprak mülkiyet sistemini fazla değiştirmeden var olan İslam toprak mülkiyet sistemini kabul edip geliştirdi ve Anadolu’daki timar sistemini Filistin’de de uyguladı. Daha sonra ikta sistemi gelişerek hassa-ı hümayun, beylerbeyleri ve sancak beyleri zeametleri, timar ve zeametler gibi mukataa şekilleri ortaya çıktı. 19. yüzyılın sonuna doğru Filistin’deki zirâî gelişmelerden ve aynı zamanda idare bünyesindeki bozulmalardan dolayı bazı mîrî araziler yasal ya da yasal olmayan yollarla özel mülke çevrildi. Örneğin; 1869 yılında Lübnan Hıristiyanlarından Sersak ailesi, Filistin’in kuzeyinde bulunan, devlete ait Merc-i İbn-i Âmir yaylalarında 60 köyün arazilerini rüşvetle satın almışlardı5. Devlet, daha önce bu arazileri Sahr aşiretinden vergi ödeyemediklerinden dolayı müsadere etmişti. 230 bin dönümlük bu arazinin yıllık geliri yaklaşık 20 bin akçe olduğu halde Sersak ailesi6, valiye rüşvet vererek ve devlete sadece 18 bin akçe ödeyerek buraya sahip oldu7.

Ayrıca 1872 yılında Sersak ailesi yanında Selim Hûrî’ye de aynı bölgede köyler satılmıştır. Mecdel, El Herîc, Harisiye, Yâcûr, Hureybe köyleri bunlardan bazılarıdır8. Merc İbn-i Âmir bölgesinin arazilerini devletten satın alan Beyrutlu Hristiyanların başında Habib Besters, Nikola Sersak, Tüveyni, Mette Ferah ve Selim Hûrî gibi isimler gelmektedir9.

Sadece adı satış olan ancak yasal bir satış işleminin şartlarına hâvi olmayan bu uygulamalar ile ilgili hukuken kabul edilemeyecek durumlar söz konusudur. Şöyle ki, bir satış işleminin gerçekleşebilmesi için gerekli şartlar vardır. Yasal bir satış işleminde temel olarak, satılan mal, satıcı, alıcı, mal değeri ve satış akdi ögelerinin bulunması gerekmektedir. Ancak Filistin’de 19. yüzyıldaki taşınmaz mülklerin satışları yasal satış ögelerine göre incelendiğinde normalden farklı bir tablo ortaya çıktığı görülmektedir. Satılan malın büyük bir kısmı kamu malı, mîrî ya da vakıf malı olduğundan dolayı ayrıca satın alan kişiye göre satışların bir kısmı da devlet tarafından yasaklanmış olduğu için iptal edilebilir durumdadır ya da baştan yasal sayılmamaktadır. Bu durumu gözlemleyebilmek için, o dönemde satılan arazilerin durumunu, yasal kabul edilebilecek bir satış işleminde olması beklenen ya da gereken duruma göre ve satış işleminin her ögesini inceleyerek analiz edelim.

Söz konusu satışlardaki satılan nesne arazi olduğu için, ilk olarak, 19. yüzyılda Filistin’deki arazilerin durumuna bakılması gerekmektedir. Osmanlı Devleti’nde arazi mülkiyeti, arazinin türüne göre değişiyor ve her arazi satışa sunulmuyordu. Çünkü Osmanlı Devleti, arazileri beş çeşide ayırmıştı. Bunlardan sadece tek bir çeşidin satılması serbest idi. Osmanlı arazi kanunnâmesinde arazi çeşitleri şu şekilde tasnif edilmiştir: mîrî arazi, mevkuf arazi, mülk arazi, metruk arazi ve mevât araziler10. Mîrî arazi devletin, mevkuf arazi kamunun olduğu için, metruk ve mevât arazilerin sahibi olmadığı için hiç bir vatandaş bu arazileri satma hakkına sahip değildi. Durum böyle olunca, ancak mülk arazi bir satış muamelesinin nesnesi olabilmekte idi.

Osmanlı Devleti’nde arazi mülkiyeti genelde devletin kabul edilirdi ve vatandaş ancak zilyetliğe sahip olabilirdi. Yani vatandaş toprağa sahip değil ama topraktan istifade edebilirdi. Buna binaen özel mülkler hariç, bir Osmanlı vatandaşı mülkiyet şartı olmadığından ötürü mîrî, vakıf, metrûk ve mevât topraklardan hiç bir arazi satamaz ve satın alamazdı. Bu tür arazilerde satış yapılmışsa da yasal sayılmazdı. Buna göre çeşit olarak beş kısma ayrılabilen araziler, satışa tâbi tutulabilmesi baz alınarak iki türe ayrılabilir: satışı yasal olan araziler ve satışı yasak olan araziler. Birinci tür genelde özel mülk arazilerini kapsarken, satışı yasak olan araziler ise mîrî, vakıf, metrûk ve mevât arazilerdir.

Mîrî ile özel mülk arasında bir başka arazi türü de vardı. O da padişaha ve saray halkına ait olan hassa topraklarıdır. Bu tür araziler, mîrî araziden sayılıp devletin arazi kayıtlarında yazılarak Hazine-i Hassa ve Arazi-i Seniyye Nezareti’ne bağlanmıştır. Bu tür arazilerin tasarruf hakkı sahibine değil devlete ait idi. Mîrî mülk olması hasebiyle hassa-i hümayun arazilerinin satılması, kiraya verilmesi veya üzerine bina kurulması sahibinin değil devletin kararına bağlıydı.

Timar ve hassa topraklarından oluşan miri arazilerin satılması yasak olduğu için yabancı müşteriler, devlete ve şahsa ait olmayan vakıf arazilerine yönelmeye başladılar. Bu arada Avrupa’da devlet adamları ve sermaye sahipleri Filistin’de bir Yahudi devleti kurma fikrini yaymaya ve bu amaç için fonlar kurup satın almayı düşündükleri toprakların bedelini hazırlamaya başlamıştı.

19. yüzyılın ilk yarısında yani Avrupa Yahudileri Filistin’de kendilerine bir devlet kurma hedeflerini ifşa etmeden ve bu hedef için teşkilatlanmaya başlamadan önce de, yüzyılın sonlarında uygulanan yasağa nazaran daha yoğun olmasa da, bir yasağın mevcudiyetiyle ilgili belgeler bulunmaktadır. Aşağıdaki belge, vakıf arazilerinin yabancılara satışı ile ilgili yasak hususunda erken tarihli bir belgedir. Kudüs mutasarrıfı Mehmed Paşa’nın, 06 Rebîulâhir 1262 (03/04/1846) tarihinde gönderdiği tahrîrâtta, Mescid-i Aksa Harem-i Şerîf evkâfına bağlı arâzîden mutasarrıf olduğu tarla, Osmanlı Devleti tebaasından bir Yahûdiye satılmış ve daha sonra bu tarla İngiltere tebaasından başka bir Yahudiye satılmıştı. Bu satışla ilgili devletin kararı şöyle idi:

Müste’men tâ’ifesinin memâlik-i mahrûsada emlâk u arâzî iştirâ ve temellük eylemeleri gayr-ı câ’iz olup diğer bir takrîb almış ve temellük eylemiş olanları bulunur ise diğer pahasıyla teba‘a-ı Devleti-i Aliye’den tâliblerine bey‘ ü fürûht ile kendüleri müste’ciren ve müsâfireten sâkin olmaları nizâm-ı mer‘îsi olmağla bu sûretde ber-mûcib-i şurût icrâ-yı îcâbi emr ü irâde-i seniyelerine mütevakkıf mevâddan olmadığı ma‘lûm devletleri buyuruldukda”11.

Osmanlı Filistininde satış serbestliği açısından araziler ikiye ayrılır: satışı serbest olan araziler ve satışı yasak olan araziler. Satılabilen araziler, satılamayan arazilere göre yüz ölçümü olarak daha azdır. Satılabilen araziler ya özel mülktür ya da devlete aittir. Normal şartlarda devlet, arazilerini satışa çıkarmaz. Bütçe açığını kapatabilmek için istisnai olarak bazı mîrî arazileri Kırım Savaşından sonra satışa çıkarmıştır. Osmanlı tarihinde, devletin kendi arazilerini satma olayı yok denecek kadar azdır.

Mîrî ve özel araziler dışında kalan arazi türleri, vakıf arazileri, metruk ve mevat arazilerdir. Filistin’de 19. yüzyılda bunlar bir satış nesnesi olmamıştır. Hukuksuz bir şekilde satılmışsa da devlet o satışı iptal etmiştir. Satılabilen arazilerin satış işleminin geçerliliği ise satıcı ve müşterinin hüviyetine göre değerlendirilir.

Osmanlı Devleti, imparatorluğun tüm bölgelerinde ve Filistin’de de tebaası arasında din farkı gözetmemiş ve Müslüman, Hıristiyan ya da Yahudi, herkesin herkese arazi satmasına izin vermişti. Ecnebi devletlerin tebaası olan Müslümanlara da kendi tebaalarına verdiği hakları tanıdı.

Yabancı gayrimüslimler hususunda ise durum şöyle idi: Tanzimat’tan önce yabancı gayrimüslimler zaten Filistin’de arazi sahibi olamıyorlardı. Tanzimat’tan sonra bu hakka sahip oldular. Ancak zamanla devlet, yabancı Yahudilerin Filistin’e olan yoğun göçünü ve yerleşme girişimlerini fark edince, ecnebi Yahudilerin Filistin’de mülk edinmesini yasaklamakla beraber, yabancıları daha önce satın aldıkları her türlü mülkü satmaya mecbur etti.

19. yüzyılın sonuna doğru, zenginleşen bazı devlet memurları, Müslüman halktan büyük topraklar satın aldılar. Böylece zamanla Müslüman bir ayan sınıfı oluştu. Bu satışların iyi yönü satıcı ve alıcının Müslüman olması ise de halkın zenginleşen bu sınıf hakkında şikâyetleri bulunmaktadır. Çünkü toprağı işleyen halk, toprağın devlet elinde olmasını ve ağalara yüksek vergi vermek yerine devlete makul bir vergi vermeyi öncelikle tercih ederdi12.

Ayrıca sermaye çoğunlukla gayrimüslimlerde bulunduğundan dolayı toprak sahipleri de çoğunlukla gayrimüslimler olduğundan, Müslüman satıcılar sayıca daha az idi. Bundan anlaşılmaktadır ki; Filistin’de özel mülk bazında yapılan satışların çoğu Müslüman toprak sahipleri tarafından yapılmamıştır13.

Arazi satıcısı açısından durum böyle ise müşteri açısından durum daha da farklıdır. Osmanlı Devleti, Filistin’de arazi satışlarındaki hassasiyetinden dolayı bu tür satışlarda müşterinin dinine veya ırkına bakmaksızın, önce Osmanlı tebaası olup olmadığına bakmıştır. Eğer arazi müşterisi Osmanlı tebaası ise din ve ırk fark etmeksizin yapılacak satış işlemini yasal saymıştır. Eğer arazi müşterisi yabancı ise müşterinin Müslüman olup olmadığına bakılarak satışın yasal olup olmadığına karar verilmiştir.

Osmanlı Devleti, bu konuda tâbiiyet yani vatandaşlık kavramını din ve ırk kriterlerinden öncelikli tutarak, batı ülkelerinin çoğuna kıyasen daha medeni davranmıştır. Çünkü tâbiiyet kavramı, kişinin etnik kökeniyle ilgili olmayıp kişi ile devlet arasındaki hukukî bir bağdır. Osmanlı Devleti, tâbiiyet kavramını bu tanımıyla, erken bir dönemde arazi satışları gibi hassas bir meselede ve Filistin gibi hassas bir bölgede bile uygulamıştı.

Eğer müşteri tebaadan olmayıp yabancı ise dinine bakılmıştır. Müslüman ise aynen Osmanlı tebaaları gibi koşulsuz olarak istediği araziye talip olabilmiş ve satın alabilmiştir. Müslüman değilse şahsiyetine bakılmıştır. Tebaadan olmayan gayrimüslim hakiki kişilere hiçbir şekilde gayrimenkul satışına izin verilmemiştir. Çünkü devlet, bu tür müşteriyi ve bu müşteriye yapılacak satışları zaman içinde devlet ve toprak bütünlüğünü tehdit edebilecek bir risk olarak görmüştür. Ancak yabancı gayrimüslim tüzel kişilerin müşteri olmasına izin vermiştir.

Filistin’de 19. yüzyılda gayrimüslimlere ait dernek ve kuruluşların sayısının çoğalmasıyla bu derneklerin arazi ve taşınmaz mülklere yönelik talepleri de artmıştı. Tanzimat Fermanı’nın gayrimüslimlere sağladığı mülk edinme hakkı gereğince, herhangi bir dernek Osmanlı memleketlerinde arazi satın alabilmekteydi.

Devlet, bu derneklerin yardım amacının temelde Müslüman, Hıristiyan ve Yahudi halka hizmet etmek olmasından dolayı, bu derneklere yapılan arazi satışlarını ırk ve din gözetmeksizin yasal kabul etmiştir. Zira bir yönüyle bu izin devletin de yükünü kısmen hafifletmekteydi. Nitekim bu dernekler, verdikleri hastahane, yetimhane, mektep, aşevi… vs gibi hizmetlerle halkın yararına faaliyetlerde bulundular. Ancak zamanla bu derneklerin çoğunun, yabancı Musevilerin Filistin’e göçüne ve iskânına hizmet eder duruma geldikleri, arşiv belgelerinde açıkça ifade edilmektedir. Şöyle ki o dönemde derneklerin hizmet adı altında satın aldıkları bina ve arazilere yabancı Museviler yerleştirilmiş ve dernekler, Filistin’de Yahudi devleti kurmak isteyen yabancı güçlere yardım eder duruma gelmişti.

Filistin’de ise bazı yabancı şirketler, ticaret, bankacılık ve alt yapı işlerini yürütmüştür. Bu yabancı şirketler, Filistin’de yol yapımı, demir yolu döşemek gibi bazı projeleri hayata geçirmek için arazi satın almışlardır14. Ancak daha sonra devlet, bazı yabancı şirketlerin Siyonist amaçlarını fark etti ve satın alınacak toprakların şirketler adına değil, kendi adına satın alınmasına karar verdi15.

Diğer hakiki ya da tüzel müşterilerde olduğu gibi yerli ve yabancı şirketler içinde de, faaliyetlerini yasal ve resmi tüzüğe göre yürütenler olduğu gibi, gayrı resmi ve yasak olan yollara başvuranlar da oldu16.

Filistin’e yerleşmek isteyen Yahudilerden Batı Avrupa Yahudileri, maddi olarak Rusya’dan göç ettirilen Yahudilere nispeten daha iyi durumdaydılar. Ancak Monte Fiori, Hersh ve Rothschild gibi Avrupa’nın büyük sermayelere sahip olan Yahudi bankerleri ve zenginleri, bu fakir Yahudilere destek vererek ve maddi imkânsızlıklarını gidererek, iskân etmelerine yardımda bulunmuşlardı. Hatta bulunduğu ülke ve içinde bulunduğu imkânları bırakmak istemeyen bazı Yahudileri de vaatlerde bulunarak göçe zorlamışlardır17. Mesela, Baron Rothscild, Hayfa’da daha önce satın almış olduğu arazisinde 1880 yılında yüzlerce Rus Yahudisini iskân ettirdi. Bu arazilere iskân ettirilen Yahudiler, çok geçmeden arazi üzerine birkaç köy inşa ettiler. Sadaret’in, 1893 yılında Adliye Nezareti’ne bu konu ile ilgili gönderdiği tahriratta, söz konusu köylerde yabancı Yahudilerin toplam sayısının 1400 kişiye ulaştığı ifade edilmektedir:18

19. yüzyılda Avrupa ve Rusya’dan ihraç edilen Yahudilere “Vatansız halk için halksız vatan19 sloganıyla Filistin toprakları hedef olarak gösterildi. Gösterilmekle kalmayıp her türlü destek de sağlanarak sistemli ve planlı bir şekilde neredeyse dünya Yahudilerinin Filistin’e toplanması teşvik edildi. Meşru ve gayrimeşru yollarla elde edilen topraklarla da bugünkü İsrail Devleti’nin temeli atıldı.

Osmanlı Devleti, Filistin’deki ekonomik ve siyasi gelişmelere ve nüfus değişimlerine karşı farklı dönemlerde farklı siyasetler izlemiş olsa da değişmeyen bir siyasi iradesi vardı. Bu da yabancı Yahudilerin Filistin’e göçünü engellemesi, yerleşmelerini yasaklaması ve özerklik olarak da olsa o bölgede Musevilere ait bir devletin kurulmasına izin vermemesiydi. 19. yüzyılın başlarında Osmanlı Devleti merkezinde birtakım siyasi istikrarsızlıklar yaşanmasına ve aynı yüzyılın ortalarında başlayan isyan, ayrılıkçı girişimler ve dış müdahalelere rağmen devlet, bu tutumundan taviz vermemişti.

Sultan III. Selim ve IV. Mustafa dönemleri (1789-1807) hem siyasi istikrarsızlık ve ayaklanmalar hem de dış müdahaleler ve değişimler dönemiydi. III. Selim’in tahta çıkışı, Osmanlı Devleti’nde ıslahat girişimlerini tetikleyecek olan Fransız Devrimine denk geldi. Öte yandan Osmanlı Devleti o dönemde hem Avusturya hem de Rusya ile savaş halindeydi. Ayrıca, Napoléon Bonapart, Mısır’ı işgal etmişti. Bonapart’ın Akka savaşını kaybettiği sırada Yahudilere yaptığı çağrı, siyasi bakımdan Avrupa emperyalizminin ve Yahudilerin Filistin’deki emellerinin kesiştiği önemli bir nokta olup, Fransa’nın Yahudileri şark meselesinde kullanmasının ilk girişimlerinden biri sayılabilir.

Sultan II. Mahmud (1808-1839) döneminde Kavalalı Mehmet Ali Paşa, Filistin’i ele geçirdi. Aynı dönemde Avrupa ülkeleri de Osmanlı Devleti’nin iç meselelerine karışmaya başladı.

Sultan Abdülmecid Han, (1839-1861) Filistin’in Arap ve Müslüman kimliğini korumak için Mescid-i Aksanın restorasyonunu yaptırarak Kudüs şehrinin yeniden yapılandırılması için 20 bin altın harcadı20. 1858 yılında Müslüman ve Hıristiyan Arapları Kudüs surları dışında yerleştirerek şehrin nüfusunu artırdı.

Sultan Abdülaziz Han, (1861-1876) selefinin siyasetini devam ettirdi. Kudüs-Yafa ve Kudüs-Nablüs gibi şehirlerarası yollar ve çarşılar inşa ettirerek Filistin’de bir takım kalkınma projelerine devam etti. Sultan Abdülaziz Mescidi Aksanın süslenmesi ve restorasyonuna 30 bin Osmanlı akçesi harcadı.

Sultan İkinci Abdülhamid ise (1876-1909), siyasî, idarî, hukukî ve iktisadî düzenlemeleriyle devleti ve özellikle Filistin’i korumaya çalıştı. 1880 yılında kurulan Yıldız İstihbarat Teşkilatı, Filistin’de satılması yasak olan arazilerin satışlarını tespit ederek merkezi yönetime sunardı. Devlet, bu ihlaller hakkında birtakım tedbirler alıyordu.

Filistin’deki arazilerin kanuna aykırı bir şekilde yapılan satışlarını takip edip iptal etmek ve bölgeyi daha iyi bir şekilde kontrol etmek için devlet, birtakım idarî uygulamalara başvurmuştu. Devlet, merkez ile taşra arasındaki ulaşım ve iletişimi geliştirmeye çalışırken genel olarak Şam bölgesinde yeni idarî taksimat yaptı. Osmanlı Devleti’nin aldığı idarî tedbirlerin başında istatistiklerin geldiği söylenebilir. Yapılan bu istatistikler, satışı yasaklanan arazileri tespit etmeye yönelik ciddi çalışmalardır.

Osmanlı Devleti, yabancıların müdahalelerine maruz kalan Filistin ile devamlı irtibat halinde olmak için iletişim araçlarının her türünü kullanmaya çalıştı. Filistin’de posta hizmetini erken dönemlerde başlattı. Kudüs’te ilk postahane 1840 yılında açılmıştı. Daha sonra telgraf hatları çekilmişti. Bu yeni iletişim araçları vasıtasıyla Filistin’deki mülk ve mîrî arazilere yapılan ihlaller21, sadece devlet yetkilileri tarafından değil normal halk tarafından da şikayet ediliyordu22.

19. yüzyılın sonuna doğru yani Filistin’deki arazilere en çok yabancı Yahudilerin talip olduğu dönemde ve Avrupa ve Rusya’dan Yahudi göçü dalgalarına maruz kalan Filistin’de, Yahudi nüfusunda bir artış görüldü. Bunun karşısında Hıristiyanların nüfusunda bir düşüş yaşandı.

Osmanlı Devleti, 19. yüzyılın sonlarına doğru yabancıların ve özellikle Avrupa Yahudilerinin Filistin’e olan yoğun göçünü önlemek ve Filistin’de etnik ve dinî nüfus dengesini tutmak amacıyla bir iskân siyaseti başlatmıştı23. Osmanlı Devleti, Filistin’de yabancı Yahudi göçünden kaynaklanan nüfus, etnik ve dinî denge bozulmasına karşı demografik çözümlere başvurarak, Müslüman muhacirlere Filistin’e yerleşmek üzere Osmanlı tezkeresi ve arazi verdi24. Ayrıca devlet, Arap aşiretlerini göçebelikten yerleşik hayata teşvik için birtakım projeler başlatmıştı.

Genel olarak Filistin’de arazi satışları, 19. yüzyılda her dönemde farklı şekilde seyretti. İlk dönem, 19. yüzyılın başından, Kavalalı Mehmed Ali Paşa Filistin’i ele geçirmeden önceki 1832 yılına kadar süren dönemdir. İkinci dönem, 1840 yılına kadar devam eden ve “Kavalalılar Dönemi” olarak adlandırılan süredir. Bu dönem ile ilgili olarak Osmanlı arşivlerinde fazla kayıt bulunmadığı için yabancı kaynaklara bakılması gerekir. Üçüncü dönem ise 1840-1858 yılları arası Filistin’in Osmanlı hâkimiyetine geri dönmesinden, arazi kanunnâmesi çıkıncaya kadar devam eden dönemdir. Dördüncü dönem ise 1858-1869 yılları aralarındaki dönem ki, o da arazi kanunnâmesinin çıkışından, yabancılara arazi temellük hakkı kanunu çıkıncaya kadarki dönemdir. Beşinci dönem ise 1869 yılından (Basel Kongresi) 1897 yılına kadar olan zaman zarfıdır. Son dönem ise 1897 yılından (İkinci Meşrutiyet) 1908 yıl arasındaki dönemdir. Bu dönem 1917 yılına kadar devam eder. Her dönemde içinde bulunulan şartlara göre, devletin araziler ile ilgili aldığı tedbir ve önlemler değişiklik göstermiştir.

1867-1882 arasındaki dönem, diğer dönemlere göre Filistin’de yabancı Yahudilerin en çok toprak satın aldıkları dönem olarak değerlendirilebilir. Nitekim 1867 yılı, yabancılara gayrimenkul temellük hakkı tanıyan kanunun çıkış tarihidir. 1882 yılı ise yabancı Yahudilerin Filistin’e girişlerinin yasaklandığı tarihtir25. Bu iki tarih arasında yabancılar arazi satın alma hususunda daha rahat hareket edebilmişlerdir.

Osmanlı Devleti’nin toprak siyaseti, zamanın şartlarına göre değiştiği gibi, hakkında karar alınacak toprağın bulunduğu coğrafyaya göre de değişmektedir. Yani devletin uyguladığı arazi hukuku, bölgeden bölgeye farklılık gösterir. Mesela, Hıristiyanların çoğunlukta olduğu Balkanlarda arazi temellük ve satışlarındaki hükümler Anadolu’daki hükümlerden farklıdır. Ayrıca Tunus, Cezayir ve Trablusgarp gibi Salyane ile yönetilen ocaklardaki hükümler Şam ve Irak gibi hassa sistemiyle yönetilen topraklara göre farklılık gösterir. Osmanlı Filistininde ise durum bambaşkadır. Dinî, siyasî ve coğrafî hassasiyetler sebebiyle genel hükümler bile Filistin’de uygulama açısından değişiklik göstermektedir. Diğer bölgelerde arazi satışları ile ilgili hiç uygulanmamış olan yasaklar, tedbir ve önlemler Filistin’de her dönemde var olmuştur.

Filistin topraklarının yüzde sekseni mîrî arazi, yüzde yirmi kadarı da özel mülk olan arazilerdir26. İkinci bölümde incelendiği gibi devlet, yabancı Yahudilere mîrî arazi satışında bulunmamış ve bu tür satışı da yasaklamıştır. Yabancı Yahudilere yapılan satışlar, miktarı % 20 olan özel mülk arazilerde gerçekleşmiştir. Bunlar da fark edildiği anda devlet tarafından iptal edilmiştir. İptal edilmeyen, usulsüz olarak gerçekleşen ya da gözden kaçan satışlar, Filistin topraklarının genelinin % 1’i kadar bile değildir.

Şöyle ki; 1900 yılında Yahudilerin kurdukları yerleşim merkezlerinin sayısı 22, tasarruflarında olan arazi miktarı yaklaşık 219 bin dönüm ve kırsal nüfusları ise 5.210 olarak tespit edilmiştir27. Filistin’in toplam yüzölçümünün hemen hemen 30 bin kilometre kare28 yani yaklaşık olarak 30 milyon dönüm olduğu düşünülürse, 19. yüzyılın bitiminde Yahudilerin elindeki 219 bin dönümlük toprak, tüm yüzölçümün ancak % 0.73’üdür.

Zachary Foster on Twitter: "19th century Ottoman map of #Palestine, from  the Israeli National Library PAL1093 #mapporn… "

1Lewis Loewe, Diaries of Sir Moses and Lady Montefiore, Comprising Their Life and Work as Recorded in Their Diaries from 1812 to 1883, London 1890, s 107.

2Mim Kemal Öke, Filistin Sorunu Siyonizm’den Uygarlıklar Çatışmasına, İstanbul, 2002, s.30

3Işıl Işık Bostancı, “XIX. Yüzyılda Filistin, İdarî ve Sosyo-Ekonomik Vaziyet”, (Yayımlanmamış Doktora Tezi, Fırat Üniversitesi SBE, 2006), s. 109

41887 yılına ait Osmanlı Devleti’nin iltica etmekte bulunan Musevilerin iskan emirleri ile ilgili tahrirat. Başbakanlık Osmanlı Arşivi, İ.MMS.94.3966

5Satılan köylerin bazıları: Cincar, Affûle, Huneyfis, Tellüşşâm, Telnur, Ma‘lûl, Semmûne, Keferta, Cîdâ, Beytüllahim, Ümmü’l-Amd, Tab‘ûn, Kaskas, Şeyh Büreyk… bk. Mustafa Murad Debbağ, Biladüna Filistin, Beyrut 1973, s. 51.

6Geniş bilgi için bk. Amin Abu Baker “Mülkiyetü Âli Sarsak Fî Filistin 1869-1948” Mecelletü Camiati’n-Necah Li’l-Abhâs, Cilt 18, Sayı 2, 2004, .http://www.najah.edu/researches/82.pdf (13 Mayıs 2008) s. 395-444

7Hind Emin El Bediri, Arazi Filistin, Kahire, 1998, s. 25. Ayrıca bk. Mustafa Murad Debbağ. Biladüna Filistin, Beyrut 1973, s. 50.

8age. s. 51.

9age, s. 51.

10Atif Bey, Arazi kanunnamesi şerhi, İstanbul, 1319. s.13.

11Başbakanlık Osmanlı Arşivi, A.MKT.MHM.2.10

12Başbakanlık Osmanlı Arşivi, DH.MKT.2124.70

13Bu tespit, yaygın bir hataya dönüşmüş olan, Filistin halkının toprağını sattığı iddiası hususunda göz önünde bulundurulması gereken bir gerçektir.

14Başbakanlık Osmanlı Arşivi, MV.52.43

15Başbakanlık Osmanlı Arşivi, BEO.252.18860

16Başbakanlık Osmanlı Arşivi, DH.MKT.2591.56

17Başbakanlık Osmanlı Arşivi, DH.MKT.2205.25

18Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Y.A.HUS.279.160

19Wolfgang Palaver, Petra Steinmair-Pösel, Passions in economy, politics, and the media: in discussion with Christian, Wien, 2005 s.296

20Başbakanlık Osmanlı Arşivi, C.EV.214.10664, C.EV.128.6360

21Başbakanlık Osmanlı Arşivi, DH.MKT.419.41, BEO.134.10029, DH.MKT.56.23

22Başbakanlık Osmanlı Arşivi,BEO.37.2719, DH.MKT.419.41

23Başbakanlık Osmanlı Arşivi, DH.MKT.2188.106

24Başbakanlık Osmanlı Arşivi, İ.DH.1306.1311-M-47

25Muhamed İsa Salihiye, Medinetü’l-Kuds, Es-Sükkan ve’l-Arz El Arab ve’l-Yahûd, Beyrut 2009, s.31.

26Hasan Karaköse, “Yahudilerin Filistin’e Yerleşme Girişimleri ve Süleyman Fethi Bey’in Layihası” Gazi Üniversitesi, Kırşehir Eğitim Fakültesi Dergisi, Cilt.5, Sayı.1, Kırşehir 2004, s.53

27Işıl Işık Bostancı. “XIX. Yüzyılda Filistin, İdarî ve Sosyo-Ekonomik Vaziyet”, (Yayımlanmamış Doktora Tezi, Fırat Üniversitesi SBE, 2006) s.109.

28Kamusu’l-Alam, “Filistin”, Ankara, Kaşgar Neşriyat, 1996. Cilt.5, s.3421.

Join the Conversation

  1. I have been surfing online greater than three hours as of late, yet I never found any fascinating article like yours. It is beautiful worth sufficient for me. Personally, if all webmasters and bloggers made excellent content material as you did, the internet will be a lot more helpful than ever before.

Comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir